25 Temmuz 2010 Pazar

Liberallere Evet Dedirtmenin Yedi Yolu

Bizim liberaller anayasaya evet demeye karar verdiler de düpedüz söylemeyi kendilerine yediremiyorlar. Biri “Yetmez ama Evet,” diyor, diğeri “AKP’ye Hayır, Referanduma Evet” diyor. Daha önce de aynı kafa Havet diye bir kelime armağan etmişti dil çöplüğümüze.


Velhasıl evet diyebilmek için dilbilgisinin ve mantığın sınırlarını zorluyorlar, oysa öğrenmeleri gereken basit bir mantık kuralı var: Ama, Evet’i değillemez. Başına bin tane de Ama koysan Evet yine Evet’tir

 Baktık ki 12 Eylül anayasasının yeni bir versiyonunu koşa koşa evetlemeye gidecekler, politik namusu kurtarmalarının imkanı yok, bari zevahiri kurtarsınlar diye onlara bir dizi gerekçe bulduk. Zevahiri Kurtarma Timi’miz ZEKUT, liberallerin hizmetinde!



1. Sarhoştum ama Evet: Bu çok faydalı bir açıklamadır. Hem içki yasağına karşı çıkıldığı gösterilerek AKP’yle araya kalın bir çizgi çizilmiş olur, hem de AKP’nin istediği oy atılmış olur. Bir rezalete karıştı diye bir sarhoşu suçlamak kimin aklına gelir ki?


2. Hatırlamıyorum ama Evet: Önceki mazaretle bağlantılı olarak da kullanılabilir (Örn. “Abi çok içmiştim, Evet demişim, hatırlamıyorum”). Ama bağımsız olarak da belli bir gücü vardır. Unutkanlıklar her gün hepimizin başına geliyor. Yeni değişikliklerin aslında hiçbir şeyi değiştirmediği, yenisinin de eskisiyle özünde aynı olduğu gibi ufak ayrıntılar unutulmuş, çok mu? 12 Eylül’ün üstünden 28 yıl geçmiş yahu, insan kendi adını unutur.


3. Nasıl yani, orası nikah masası değil miydi?: Öncekiler gibi bir ‘bilinçdışı’ açıklamasıdır. Sonuçta oy pusulası, damga vurmak üzere bir masaya konulmaktadır, o masa da pekala nikah masası sanılabilir. İnsan beşer, elbet şaşar, sonunda kendini AKP’yle bir yastıkta kocarken bulmak da var.


4. Ben zaten Evet diyecektim, AKP benden önce dedi: “İlahi! AKP senden uzun yaşayacak desene,” denilerek hoş görülmeyi sağlayan bir yöntemdir. Zaten bir insanı bir fikre getirmenin en iyi yolu, onun kendi fikri olduğu izlenimini verdirmektir, ama burasını karıştırmamak gerekir. Bu mazeretin tek boşluğu vardır, “Sen neden egemenler adına kafa çalıştırıyorsun ki?” sorusuna cevap verememesidir.


5. Hayata olumlu bakıyorum: Mistik mazeret olarak da adlandırılır. Böylece aslında tek derdinin etrafa negatif enerji saçmamak, çakraları çakmamak olduğu mesajı verilir. Evet görünce dayanamayan bir insandan sempatik ne olabilir dünyada?

6. Ne yani 12 Eylül Anayasası mı kalsın?: Öncekinin aksine, pür politik bir mazerettir. Bu mazereti kullanırken, “Bir ihtimal daha var , o da sandığa gitmemek mi dersin?” fikrinin akla gelmemesi için çok çaba harcamak gerekir.

7. Belirli bir açıdan bakıldığında farklı görülmesi gereken önceki deneyimlerin ışığında bunları aşmak lazım hoşgörü ve yeni bir ufuk gibi bir yaklaşımla ne kadar da olsa, gerçi, bir yandan da, şunu da ehemmiyetle tebarüz ettirmeliyim ki, binaenaleyh, hatta, yine de, ne var ki, hatta iki kez oldu, fakat, lakin, ama, Evet: 12 Eylül’ün bütün faşist uygulamalarını sürdüren bir anayasaya basitçe evet denildiği gerçeğini gizlemek için harika bir yöntemdir.

Şimdi liberallerimiz gönül rahatlığıyla evet diyebilir, hem devletin hem de hükümetin onları götürmek istediği yere götürmesine kılıflardan kılıf beğenebilir. Zekalarının düzene yedeklenmek için başka mazeretler bulabileceğine kuşku yok. Yine de bizden canavar gibi yedi mazeret. Gerçi, “yetmez ama!”

2 yorum:

  1. Devrimci marksistim. "Yetmez ama EVET" diyorum.

    Boykotun politik bir tutum değil bilakis siyasi tutumsuzluk olduğunu, ancak bir siyasi manevra olabileceğini, devrimci kabarma anları haricinde yapılmasının bizi toplumdan uzaklaştıracağını, tecrit edeceğini Lenin'den öğrendim.

    Bu paket ortalıkta yokken "Sivil Demokratik Anayasa Platformu" bünyesinde yeni bir anayasa için mücadele ediyordum. Bu paket çıktı. Evet diyeceğim. Bu mücadelemin bittiği anlamına gelmiyor, tam tersine mücadelemi büyütebileceğim, topluma nasıl bir anayasa istediğimi anlatabileceğim alan açılmış oluyor.

    Birçok boykotçu ve hayırcının aksine, ben 13 Eylül günü yeni bir anayasa kampanyasını duyuracağım örneğin. 12 Eylül anayasası toptan değişene kadar da, sivil demokratik bir anayasa gelene kadar da mücadele etmeye devam edeceğim. Ama birçok boykotçu ve hayırcı, daha önce yeni bir anayasa talebiyle sokakta mücadele etmediği gibi, evet de çıksa, hayır da çıksa, bundan sonra da mücadele etmeyecek.

    Pasifist tutumlarını odasına kapana ergen tavrıyla kapamaya çalışanlar, beni yanıltmak istiyorlarsa, 13 eylül günü kurulacak yeni kampanyaya gelirler.

    Bu "ufak" değişikliklerin kazanılmasının sokaktaki hareketi zayıflatacağını değil, büyüteceğini anlatmak gerekir. Birincisi bu ufak kazanımlar kimseye yetmez. Mevcut maddi çelişkiler çözülmedikçe, insanların talepleri baki kalacaktır. Örneğin KESK, bu anayasada evet çıktı diye, toplu sözleşme hakkı geldi diye, "grevli toplu sözleşme" hakkında feragat mı edecektir? Feragat edeceğini düşünmek, günlük hayatta işçi sınıfının mevcut koşullarının yine işçi sınıfının politik konum alışına etki etmediğini iddia etmektir ki, bun yapanlar dünyayı açıklamada Marksizm'in değil, burjuva ideologların safına düşmüş olurlar.

    Ezilen kitleler açısından, işçi sınıfı açısından, mücadelenin doğası budur. Her ufak kazanım, daha fazlası için mücadele doğurmuştur. Dünyanın hiçbir yerinde devrim, işçi sınıfı daha da ezilip bir gün patladığı için olmamıştır. Tam tersine mücadele alanı genişledikçe, kazanımlar arttıkça ezilen kitleler "kendi gücünün farkına" varmış ve örgütlülük düzeylerini arttırmışlardır. Bir fabrikada greve çıkmak isteyen işçiler, yan fabrikadaki grev kazandığı için rahat adım atabilmişlerdir.

    Sosyalistler, toplumların reformlarla değişemeyeceğini, bir devrimin gerekli olduğunu bilirler. Fakat bizzat reform talepleri için mücadelenin devrimci safları büyüteceğinin, her reform mücadelesinde ezilen kitlelere daha açık bir kapitalizm teşhiri yapılabileceğinin, ve bu ufak kazanımların mücadeleyi büyüttüğünün de farkındadırlar.

    Aksini düşünen arkadaşlar Rosa Luxemburg'un "Sosyal Reform mu? Devrim mi?" kitabıyla ikna olabilirler.

    Velhasıl mücadeleden kaçmak için bahane üretmek kolaydır. Siz zor olanı yapabiliyor musunuz?

    YanıtlaSil
  2. Sen boykot edenleri mücadeleden kaçmakla suçlayamazsın. Hele bunu Lenin'in argümanlarıyla hiç yapamazsın.

    Lenin'in boykota yönelik bakışını, kendine devrimci diyen başka bir uzlaşmacı vesilesiyle şurada tartıştık:

    http://nedenboykot.blogspot.com/2010/07/merdan-yanardaga-yant.html

    Burada boykot argümanının yanısıra Lenin'in aynı zamanda illegal parti ve silahlı mücadeleye de hayatı boyunca vurgu yaptığını belirttik.

    Demokratik haklar bizi özgürleştirecek safsatasını, son yayımlanan "Eyvah!! Türkiye Yine Demokratikleşecek!!" yazısında ele aldık.

    Polis Vazife ve Selahiyetleri Kanununu çıkarmış, infazları arttırmış, Türkiye'deki tutuklu sayısını rekor düzeye ulaştırmış ve 1500 kürdü tutuklamış bir işbirlikçi düşman sınıf partisinin icraatına destek vermek, sola değil, düşmana kazandırır. Karşı-devrim safındasın.

    Boykotçular konusunda cahil ve önyargılısın. Bugün boykot yapan iki örgütün anayasa taslakları hazırdır. Mücadele etmeye de devam ediyorlar: İkisinin de yüzlerce tutsağı ve şehidi var.

    Senin burjuvaziyle el sıkışan parti üyelerin, karşı-devrimin kadrolarına ders veren insanların var.

    Sen sosyalistlere reform ve devrim konusunda da öğüt veremezsin. Çünkü reformistler sosyalist değillerdir.

    Reform talebi devrimi büyütmek iktidarı küçültmek için yapılır. Hiçbir iktidar kendisinin küçüleceğini bildiği bir reform yaparak halkı büyütmez.

    Dolayısıyla reform devrimci mücadelenin aracıdır. Sen, Lenin'in sözleriyle: "Otokrasinin vereceği bazı tavizlere ilişkin talepleri, otokrasiye karşı siyasi mücadele yerine istekle geçirenler" grubundansın. O yüzden, burjuvazi tarafından infaz edilmiş Rosa Lüxemburg ağzında lekedir senin. Sen Türkiye'deki Lüxemburgları vuranların silahına cephane sağlayansın. Nesnel olarak onların yanındasın. Onların ağzı, kalemisin.

    Mücadeleden kaçansın. Bahane bulansın. BBP ve AKP ile saf tutansın. Bir tane bile tutsağı olmayan, şaibeli bağlantılara sahip, genel sekreteri asgari Türkiye tarihi konusunda bile cahil olan bir parti adına konuşuyorsun.

    YanıtlaSil