15 Ağustos 2010 Pazar

İşçi, Anayasa Paketinin neresinde duruyor?

13 Eylül günü nasıl bir Türkiye'ye uyanacak çalışanlar? Anayasa değişikliğinin kabulü ya da reddinin neler doğurabileceğini tahmin edebilmek için, varolanın fotoğrafını çekmekle, eski albümleri karıştırmakla başlayalım işe:

Bugün


Sendikasızlaştırma, daha doğrusu sarı sendikalılaştırma tüm hızıyla sürüyor. Memurlara toplu sözleşme ve grev hakkı tanınmıyor. Grev yapan işçi, başına neler geleceğini uygulamalı gördü, görüyor. İmanlı yeşil sermayenin de imanının paraya olduğunu anlamayan kalmadı. Genel grev hakkı yasalarda yok, uluslararası sözleşmelere dayanılarak yarı legal uygulanabiliyor. Özelleştirmenin kapıya koyduğu onbinler, çok daha azına razı işsiz milyonlarla tehdit edilerek kölelik fermanlarını imzalamaya mahkum ediliyor.

Devletin değil göz yumması, bizzat teşvikiyle koskoca fabrikalarda bir avuç insan sigortalı gösterilerek, milyonlarca insan, her tür sosyal güvenceden uzak, kaçak çalıştırılıyor. Uygulamada, iş yasaları, üzerine yazıldıkları kağıttan değersizler. Tedbirsizligin, kuralsızlığın, denetlemesizliğın hüküm sürdüğü iş kollarında yüzlerce insan ölüyor, binlercesi sakat kalıyor, selde servis olamaması gereken araçlarda taşınırken boğularak ölen kadın işçilerin ailelerı nasılsa bir şey çıkmayacağını bilerek verilen tazminatı alıp, şikayetlerini geri çekiyor, aynı işletmeler ceza görmeden aynı şekilde çalışmaya devam ediyor.

Tuzla'dan, özelleştirilmiş madenlere kar hırsıyla gözü dönmüş işveren, adeta işçi kasabı açmış gibi davranıyor, başbakan tarafından aklanıyor, direnen Tekel işçileri, Yörsan işçileri, Emine Arslan gibi hakkını arayan insanlar en yetkili ağızlardan Ergenekonculuktan teröristliğe türlü ithamlara maruz kalıyor, azarlanıp, tehdit ediliyorlar, her tür baskıya uğramaları hakmış gibi gösteriliyor, muhattap alınmıyorlar, polisin jandarmanın saldırısına
uğruyorlar. Mevsimlik Kürt işçiler için toplama kamplarına benzer kampların altyapısı hazırlanıyor.

Çalışma süresi, tatil, emeğin karşılığının ödenme biçimi gibi iş akdinin temel konuları, tamamen işverenin keyfiliğine bırakılmış durumda. Mılyonlarca insan, tüm ömürlerini çalışarak geçirmelerine rağmen ya emekli olma şansına sahip değil ya da sadaka benzeri emekli aylıklarıyla yaşamını idame etmeye çalışıyor. Her köşeye açılan gecekondu üniversiteleri, vasıfsız, işsizliğe mahkum mezunlarını modern amele pazarlarına pompalıyorlar habire. OECD'ye göre her dört gençten biri işsiz, çalışanların çoğu fakirlik sınırının altında gelire sahip.

Sermaye el değiştiriyor, kamu mallarının çok uluslu şirketlere yok pahasına devri tamamlandı gibi, iktidar her gün emperyalistlere, gelecek kuşakların elini kolunu bağlayan uzun vadeli sözler veriyor, ülkenin sanayiden, tarıma, altyapıdan, eğitime ekonomik ve siyasi geleceğini belirleyen yapıtaşları bu güç odaklarının isteklerine göre şekilleniyor, kalkan toz dumandan göz gözü görmüyor.

Dün


Türkiye işçi sınıfının yakın tarihi anılması gereken köşe taşı tarihlerle dolu;

15-16 Hazıran 1970'te, sınıfın örgütlenmesini engelleyecek Sendikalar Yasasına karşı ayaklanarak, Türkiye'de işçi sınıfı var mı sorusunu bir daha sorulmamak üzere yanıtlaması gibi,
  • kanlı 1 Mayıs gibi,
  • tarihi Tariş, Paşabahçe, Kavel grevleri,
  • Yeni Çeltek madeninin işçilerce kamulaştırılması gibi,
  • Zonguldak'ta 1992'de grizu patlamasında ölen 263 işçi gibi.
  • 1990 ve 91'deki büyük yürüyüşler gibi, 1995'te hükümet düşüren direniş gibi.
Bir de öyle herkese malum olmayan, unutturulan tarihler var;

24 Ocak1980'de, ekonominin yönetiminin tamamen IMF eliyle çok uluslu şirketlere devrine yönelik kararların alınması, işçi, memur, köylüye açık saldırının yol planının çizilmesi, eğitimin bu amaca yönelik yeniden düzenlenmesi, bu kararların etkin uygulanabilması adına darbenin yapılması, hakları elinden alınmış milyonlar,

1982 Anayasasına "lokavt"ın hak olarak alınması,

5 Nisan 1994 ekonomık yıkıntıyı çalışanların omzuna yüklenmesi, işçi, memur, köylü haklarına, örğütlenmesine açık saldırı,

21 şubat 2001 batan ekonominin yükünün çalışanların omzuna yüklenmesi, işsizlik, işçi, memur,köylü haklarına saldırı...

Hep aynı motif, hep işçi sınıfı için benzer sonuçlar. Şaşırtıcı olan aynı motifin, dünyanın bir çok yerinde kendini neredeyse araya kopya kağıdı koyulmuş gibi tekrar etmesi.

Bunda bir sihir yok ama keramet var; neoliberalizm peygamberi Friedmann'ın ve onun havarileri "Chicago Boys" un, halkların dediği  gibi "Chicago Çetesi" nin marifetleri bunlar.Onlar, bugüne kadar geçen yüzyılda tüm savaşların toplamından fazla insanın kanına girdier, arkalarında yıkıntı, açlık, yoksulluk, umutsuzluk bıraktılar. Danışman sıfatıyla diktatörlerı emek düşmanlığında eğittiler, darbe yaptırdılar, Endonezya ,Arjantin, Güney Kore, Meksika, Bolivya, Rusya, Polonya, Çin, Şili, Güney Afrika halkları tanır onları.Dünyanın dört bir yanında kurtarıcılar olarak gökten zembille indiler, hizmetleri Nobellerle ödüllendirildi. Kağıt üzerinde harikalar yaratılırken, insanlar intihar etti, fuhuş ve uyuşturucu sektörlerı patladı, kendi ayakları üzerınde duran sanayi, tarım, araştırma ve geliştırme iflas ederken ve ulusal kaynaklar talan edilirken. Meşhur müritler buldular, Pinochet'ten başlayıp, Mandela'ya, Jelzin'e uzanan. Bizden iki ismi anmadan geçmek olmaz:  Turgut Özal ve Kemal Derviş.

Yarın


Neoliberalistler, bugüne kadar planlarını uyguladıkları bütün ülkeleri - Meksiıka hariç, orada da ekonomi, uyuşturucu çetelerıne emanet- fınansiyel olarak batmanın eşiğine getirdiler ya da batırdılar. Her seferinde mazeretleri aynıydı, planları aynen uygulanmamıştı; devlet ekonomiden elini tamamen çekmeli ancak düzenleme görevini yerine getirmeliydi.

Bu düzenleme, fıyat kontrolünü ve ticaretin önündeki "tüm" engelleri kaldırmaktan, özelleştirmeyi tamamlamaktan, tasarruf tedbirlerı alarak devleti küçültmekten, sendikaların ve yürütelen ekonomik politikayı sekteye uğratacak odakların etkisizleştirilmesinden öteye gitmemeliydi. Ancak, popülist hükümetler bu sonuçta dünyayı cennete çevirecek acı ilaçları bir türlü halklara karşı koymasız yutturamıyorlardı. Her ne kadar başta
biraz acı çekilir gibi olursa da bunlar, sonuça göre göze alınacak olağan telefatlardı. Hem doğa da ancak uyum sağlayabileni yaşatmıyor muydu?

Şimdi Chicago Çetesi'nin mirasçıları, Üçünçü Dalga denilen, yeni yönetimlerle yollardalar; en büyük umutlarını Brezilya'da Lula'ya, Türkiye'de Erdoğan'a bağlamış, sabırsızlıkla insanlığı sosyal devlet gibi eski köhnemiş yapılardan kurtaracak o büyük el çabukluğunu uygulama telaşı içindeler. Tayyip Erdoğan onların istedikleri şansı veriyor; işçi haklarını, ekonomiyi istediklerı hale getirecek şartlar,öyle herhangi bir yasayla değil anayasayla garantı altına alınacak, halka da bunu oylarıyla kutsamak düşecek. Kısaca bakalım anayasa değışiklikleri, emekçiler açışından neler içeriyor:
  • Işçilere birden fazla sendikaya üye olma hakkının verilmesi yani zorla sarı sendikaya geçmenin zeminin hazırlanması, sendikaların işlevsizleştirilmesi (Madde 5)
  • Memurlara grev yasağı (Madde 6)
  • Toplu iş görüşmelerınde uzlaşmazlık çıkarsa, karar hakkı, çoğunluğunu işveren ve hükümet temsilcilerinin oluşturduğu ve kararlarına itiraz edilemez bir kurula bırakılması (Madde 6)
  • Grevden doğan işverenin zararını, sendikaların üstlenmesi (Madde 7)
  • Memurlara yönelık uyarma ve kınama cezaları yargı denetimine açılıyor, sorunuz yerınde hangi yargı? (Madde 14)
Görülen o ki, Tayyip ödevini iyi yapmış, artık önümüzde yeşil soslu neoliberalizmin nurlu ufukları uzanıyor, hafıfçe gözlerinizi kısarsanız görebiliyorsunuz hatta.

Şimdi


Peki işçi sınıfına ne yapmalı, hemen sandığa koşup hayır mı demeli, ne oldukları öyle pek tartışılmayan öbür maddelerın bizleri özgürleştireceğine inanıp hançeresinden evet diye mi haykırmalı?

Türkiye'nın bulunduğu konumda, hangi hükümet başa gelirse gelsin, referandum sonuçları ne olursa olsun, emperyalistlere verilen sözler tutulacaktır. Bugün olmazsa yarın bu şartlar uygulanmaya çalışılacaktır. Çözüm ne o zaman? Çözüm, geçici zaferler değil, dert a veya b hükümetleriyle değil, anti demokratik sömürü sistemiyle, emperyalizmle sınıf temelinde hesaplaşmakta, demokrasicilik oyununu oynamaktan vazgeçmesini bilmekte, kendi geleceğimizi kendi ellerimize alma inancında, bu yüzden de boykotta!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder