2 Ağustos 2010 Pazartesi

Onlar Vurdu, Biz Büyüdük

Bu sefer, oy vermenin hiçbir şey değiştirmeyeceğini biliyoruz. Halen tutuklanıyoruz, halen gözaltına alınıyoruz, halen vuruyorlar ve büyüyoruz: Bu sefer gitmiyoruz.

Yıllardan 93, üstümde siyah ilkokul önlüğüyle, okuldan eve gidiyorum. Günlerden 21 Mart. “Baharı çabuk gelen iller”den birinde olduğumdan, benim için o günün asıl özelliği havanın çok güzel olması. Adı “Cumhuriyet İlkokulu” olan okulumla mahallemizin arasında da, çocukluk mesafesine göre çok uzun bir yol var. Ve annemin uzun tembihleri sonucu ben, aslında daha uzun ama daha “güvenli” olan, ana caddeleri kullanıyorum dönüş yolunda ekseri. O gün, nedense, sevdiğim yolu, mahallelerin arasından geçen ve “güvenli olmayan” yolu kullanmayı tercih ediyorum. Kısa bir süre sonra da gökteki siyah dumanları görüyorum. O güne kadar o siyahlıklara dikkat kesilmemiş olmamı, şimdiki hafızamla adlandıramıyorsam da, ilk defa fark ediyorum bunu. Bulut değil, bir şeyler yanıyor ama bildiğim bir şeyler de değil. Eve yaklaştıkça bazı sesler duyup, en çok merak duygusuyla, yolumu biraz daha uzatıp, şimdi yerine “Muhtarlar Sitesi” yapılmış olan boş alana doğru seğirtiyorum. O güne kadar hiç tesadüf etmediğim o kalabalığı işte orada görüyor ve sanırım biraz da korkuyorum. Bir otobüs yan durmuş, üzerinde konuşan birileri var ve karşılarında toplanmış kalabalıkta, bizim mahalleden bir dolu insan var. Amcam da orada, o beni görmüyor ama ben onu görüyorum. Yanına gitmeden, eve doğru yürümeye devam ediyorum. Kuşbazlığı lakabı da olmuş bir komşuyu görüyor ve soruyorum: “Bu dumanlar ne? Buradakiler ne yapıyor?”. Tane tane anlatıyor bana: “Bugün bayram. Bahar bayramı, bizim bayramımız. Yakılan şeyler kamyon lastikleri. Âdet budur, bir ateş yakılır ve üstünden atlanılır. Bu kalabalık da işte bayramı kutlamak için buradalar.” Bir bayramdan neden bu kadar korkulduğunu anlamıyorum o zaman. Çünkü çocukluk aklımla, ben bundan korkuyorum: Etraf polis ve asker, akrep ve panzer, korku ve öfke kaynıyor. Eve gidiyorum. Sonradan öğreneceğim: O mitingde konuşanlardan biri Apê Musa’ymış (Musa Anter) meğer, biri de Leyla Zana. Akşamında ne kadar korkulduğunu da anlayacağım: Sabaha kadar yukarıya doğru fişek sıkılıyor ve sesler çok yakından geliyor. Evimizin yakınında cami ve karakol var. Önündeki köpeklerden birinin adının “Leyla” olduğunu, onu içeriden çağıran memurlarca bildiğimiz “çarşı karakolu”. “Velhasıl onlar vurdu biz büyüdük kardeşim”.

Büyüdük ve gördük: 80’de ortak oldukları, sessiz kaldıkları zulme karşı olduklarını iddia ettiği zamanları gördük. Ece Ayhan’ın dizelerini sahiplendikleri zamanları ve buna şaşırılmadığını, şaşıranlara ise garip garip bakıldığını gördük. Asılmak için yaşı büyütülen Erdal Eren’e ağladıklarını, ağlarken aynı zamanda Muhsin Yazıcıoğlu’ndan bahsedebildiklerini ve bütün bunları yaparken, hâlâ “doğruluk, adalet” diyebildiklerini gördük. “Güzel öldüler” dediklerini, “kaderlerinde var” dediklerini, silah alırken kuzu, konuşurken aslan kesildiklerini gördük. İktidarın dilinin yalnız zalim olmadığını, aynı zamanda fütursuz da olduğunu, bu fütursuzluğun kılıfının da “değişmek” olduğu zamanları gördük. Kürtçeyi “serbest bırakma”yı lütfettiklerini, ama Kürt çocuklarına kendi dilleriyle okuma-yazma serbestisini vermemek için bin taklalar attıklarını, ama aynı takla atanların “özel ordu”ya geçişte, askerlere hemencecik “Kürtçe öğretme”ye ne kadar hevesli olduklarını gördük. İşleri elinden alınan Tekel işçilerinin çadırlarına küfrettiklerini, “dış mihraklar” demekten yorulmadıklarını, tersane işçilerinin ölümlerine “vakayi adiye” muamelesi yaptıklarını, meydanlarda bas bas bağırmaları için ses sistemi döşeyen işçileri tartaklayabildiklerini gördük. İktidarın bir rengi, bir kokusu, bir dili olduğunu biliyorduk ama ölümlere şahitlik etmişleri, zulüm görmüşleri, gadre uğramışları elindeki nimetleri vaat ederek aniden kandırabildiğini de gördük. Velhasıl kardeşim, onlar vurdular, vuran onlar olmasına rağmen vurmadıklarını iddia ettikleri zamanları da gördük. Onlar vurdu, büyüyeceğimizden ne kadar korktuklarını da gördük.

Yıllar yılı “eylem”den, yürümekten, sokaktan, meydandan, alandan korkanlar; korktunuz, hepimiz zaman zaman korktuk belki. Dilleri çok parıltılıydı, vaatleri çok şıktı, kandırdılar, aldandık bazen. Ama bu sefer aldanmayacağız. Üstelik, bu sefer sadece “gitmeme eylemi” yapacağız. “Evet” de “Hayır” da diyenlerin birbirlerine çok benzediğini biliyoruz. Bu sefer, oy vermenin hiçbir şey değiştirmeyeceğini biliyoruz. Halen tutuklanıyoruz, halen gözaltına alınıyoruz, halen vuruyorlar ve büyüyoruz: Bu sefer gitmiyoruz. Önümüze koydukları sandığa gitmeyeceğiz. Onlar, evet ve hayır diyedursunlar, biz 13 Eylül günü, onlara, “onlara itibar etmeyenler”in ne kadar çok olduğunu göstermeliyiz. Göstermeliyiz ki, belki unuttukları şeyleri tekrar hatırlar, tekrar korkarlar unutmak istediklerinden. Onlar bizden daima korktular; hatırlasınlar için gitmeyeceğiz. Biz çoğu şeyi unutmuyoruz çünkü. Mesela bir 21 Mart öğleni göğe salınan kara dumanları. Mesela “Apê Musa”yı. Mesela köpek adlarını. Velhasıl, onlar “evet” ya da “hayır” diyorlar, biz büyüyoruz kardeşim. Gitmeyerek.

1 yorum:

  1. Belki Bdp'yi bekleyecektim ama beklemeyeceğim artık.

    YanıtlaSil